Çocuğun Duygusal Dünyası

Çocuğun Duygusal Dünyası

 Anne babaların çocuğun duygusal dünyası ve ihtiyaçlarını anlayıp kabul ederek çözebileceği basit sorunlar büyük çıkmazlara dönüşüyor. Anlamak yerine, yargılamak, etiketlemek, istemek, beklemek gibi işe yaramayan yolları ısrarla denemeye devam ediyoruz. Çocukların duygularını anlamaya, onları çözmeye odaklanmak yerine kendimize, kendi anne babalığımıza odaklanıyoruz. Duyguların dilini anlamak yabancı bir dili anlamaktan daha zor gibi görünüyor. Halbuki azıcık duygu farkındalığı ile çocuklarımızla kolayca iletişim kurmak mümkün. İyi bir anne olmanın, başkalarının hakkımızda ne düşündüğünün ne söylediğinin derdine düşmek yerine, çocuğumuza baksak, onu anlamaya çalışsak, bizi her gün yeni şeyler öğreneceğimiz bambaşka bir dünya bekliyor.

Peki kadar çok sesin olduğu bir dünyada kendi sesimize çocuğumuzun sesine nasıl ulaşacağız?

Bunun tek bir yanıtı yok galiba, deneye yanıla bulacağımız bir yol. Bu yolda bana en çok yardım eden şey okumak oldu. Öncelikle çocuğumu okumak, sonra kitap okumak.
Duygu farkındalığı ile ilgili kitapları zaman buldukça paylaşmak istiyorum bu yüzden, belki birilerine de güzel bir yol açar diye.
Çok sevdiğim ve bütün anne babalar okusun istediğim bir kitap; Çocuğun Duygusal Dünyası.
Isabelle Fillizoat, çocuğumuzun sesine ulaşmak için, sizi suçlayan, kaygılandıran sesleri dinlemeyin, diyor. Çocuğunuzu dinleyin. Ağladığında size ne demek istediğini anlamaya çalışın. Aynı şekilde davranışlarıyla da size bir şeyler anlatmaya çalışıyordur. Çocuklar konuşmayı bilmedikleri için kendilerini davranışlarla ifade ederler. Bu dili öğrenebilirsiniz. Kesin fikirleri, etiketleri, yargıları bir kenara bırakıp çocuğunuzla iletişiminize odaklanın.

Hazır cevaplar, uygulamaya hazır tarifler aramak yerine kendi kendimize düşünmeyi ve karar vermeyi öğrenmeliyiz, diyor. Kendi kendine düşünme, dış uyaranlardan bağımsız kararlar verebilmek kolay bir iş değil. Özellikle, bizler gibi ezbere dayalı bir eğitim sisteminde yetişenler için. Yine de kesinlikle denemeye değer diyorum ben. Bu dili çözmek için yazarın önerdiği bir soru haritası var. Çocuklarımızla zorlandığımızda kendimize sormamız gereken sorular.
Çocuk yoğun bir duygu yaşadığında:

1-Ne yaşadı?

Çocuğun bir tepkisi karşısında şaşkın ve çaresiz kaldıysanız, duruma onun gözleriyle bakmaya, onun kulaklarıyla duymaya çalışalım. Çocukların bizim mantığımızla düşünmesini beklemeyelim. Çocuğun tepkisini, algıladıklarını nasıl yorumladığını anlamaya çalışalım. Örneğin salyangozdan korkuyorsa, acaba onun zihninde salyangoz ne ifade ediyor, düşünelim.  Çocuğun duygusunu ifade etmesine her zaman izin verelim. Çocuğa duygusuyla ilgili neden diye sormayın. Çünkü çocuk da bunun cevabını bilmiyor. Kendinize sorun: Ne yaşadı?

2-Ne söylüyor?

Çocuğun davranışıyla ne söylediğini anlamak gerek. Kapris dediğimiz ya da tuhaf, yersiz olduğunu düşündüğümüz her davranışın ardında bir duygu, bir ihtiyaç arayalım. Çocuk bize bir şey söylemeye çalışıyor olabilir. Kapris diye bir şey yoktur, bir dil ve çözülmesi gereken mesaj vardır. Bu çocuk hep böyle zaten, hep ağlar vb. yorumlar çocuğun içe kapanmasına yol açar.
Bir davranış sizi şaşırtıyorsa, sinirlendiriyorsa, dikkatinizi çekiyorsa, çocuğunuz size alışılmadık gelen bir duyguyu ifade ediyorsa ya da sürekli itiraz ediyorsa bunlar alarm noktasına gelmeden kendinize şunu sorun: Ne söylüyor?

3-Ona nasıl bir mesaj iletmek istiyorum?

Her şeyi de bir mesaj olarak algılayamayız. Bazı davranışlar çocuğunun yaşını gereğidir. Duvar karalamak, perde parçası kesmek vb. davranışlar çocuğun doğal keşifleri olabilir.
Üç yaşındaki bir kızın makasla kolyenizi kesmesiyle sekiz yaşındaki çocuğun bunu yapması arasında büyük fark vardır. Bizim verdiğimiz tepkilerle çocuklar kendileri hakkındaki inanışlarını oluşturur. Biz onlara kendileri hakkında ne söylüyoruz? Verdiğimiz her tepkide, seni seviyorum, sen yeteneklisin ile işe yaramazsın, beceriksizsin arasında bir seçim yaparız. Kendi hayatınıza bir bakın, hayatınızla ona nasıl yaşamayı öğretiyorsunuz? Neşenizi, sevincinizi ne kadar gösteriyor, öfkenizi nasıl ifade ediyorsunuz?
Yanlış tepkiler verdiğinizde kabul edip özür dileyin, böylelikle ona da aynı şeyi yapmayı öğretmiş olursunuz.

4-Bunu neden söylüyorum?

Davranışımı, söylediklerimi belirleyen çocuğumun sağlığı mı yoksa sosyal kurallar mı, otomatik tepkilerim mi?

5-Benim ihtiyacım ile çocuğumunkiler arasında bir rekabet var mı?

Anne babaların ihtiyaçları ile çocuklarınki tam tamına zıttır. Çoğu anne baba düzenli ortamları, sessizliği sever. Çocuk ise dağınıklığın içinde hareket eder, gürültüye bayılır. Bu farklılık mücadeleye ve öfkeye dönüşebilir. Mücadele sonunda ise aslında iki taraf da kaybeder. Anne baba olmak demek bir süreliğine ihtiyaçlarımızı bir kenara koymak demektir.  Ama bir yandan da kendi sınırlarımızı da çocuğun yaşına göre belirlemek demektir. Çökmemek için dinlenmek, kendinize bakmanız gerekir. Bazen kendi ihtiyaçlarımızı da dinlemek bencillik demek değildir. Çocuklarımız bizi çileden çıkardığında, onlara cevap veremeyecek noktaya geldiğimize, onlara karşı aşırı korumacı davrandığımızda çok uslu ya da tam tersi aşırı yaramaz olduklarında şu soruyu soralım: Benim ihtiyaçlarım ile çocuğumunkiler arasında bir rekabet var mı?

6-Çocukların davranışlarına müdahale etmeden önce soralım: Benim için hangisi değerli?

Anne babalar sık sık önceliklerini unutur. Kırılmış bir vazo, yere düşmüş bir bardak, salonda bırakılmış bir kıyafet için çocuklarını yaralama pahasına bağırır çağırırlar. Müdahale etmeden önce kendinize sorun: Benim için hangisi daha değerli? Bağırdığınızda çocuğunuz bardağın kendisinden daha değerli olduğunu düşünür.
Çocuklarımız bizim alanlarımızı işgal ettiğinde, nasıl davranacağımızı bilmediğimizde, onlara göre değil de kendi anne babalarımızın ne dediğine göre davrandığımız hissettiğimize soralım
Hangisi benim için değerli?

7-Amacım ne?

Sergileyeceğim davranışlar, amacım kusursuz bir mutfağa sahip olmak olduğunda farklı, çocuklarımın her durumda bana güven duymalarını sağlamak olduğunda farklıdır.
Bir çocuğun ihtiyaçlarını önemsemek, ona saygı duymak, her şeyi yapmasına izin vermek, ya da bir şeyi kırdığında hiçbir tepki göstermemek değildir. Hissettiklerimi paylaşırken onu çok sevmeye devam ettiğimi göstermektir.
Kendisini değerli hisseden bir çocuk etrafına ve hareketlerinin sonuçlarına da dikkat eder. Yanlış yapma korkusuyla değil, sorumluluk ve başkalarına duyduğu saygı için yapar. Öyleyse amacınız ne?

çOCUĞUMUZUN BENLİĞİNİ İNŞA ETTİĞİNİ UNUTMAYALIM

Duygu, kim olduğumuzun bilincine varmamızı sağlar. Çocuklar, kimliğini, bir birey olduğunu, hayatının ona ait olduğunu ifade etmek için ne isteyip ne istemediğini, ne hissedip ne yaşadığını söylüyor
Ben çok sinirliyim, ben uyumak istemiyorum, sen gittiğinde ben çok üzülüyorum.
Onlar böyle dediklerinde biz de cevap vermeye çalışırız. “Böyle olur, çaresi yok, işe gitmek zorundayım.” Cevaplarla sorunu çözmeye çalışıyoruz. O ise bunları söylerken bir şey beklemiyor. Sadece BEN demeye çalışıyor.
Duygularını ifade ediyor, içinden geçenleri, hissettiklerini gösteriyor. Kendine ve bize yaşadığını gösteriyor. Biz, onun hissettiklerine kulak vermek yerine onun duygularının önemli olmadığını yani onun benliğinin bir hiç olduğunu söylüyoruz. Benlik duygusu, kendi duygularımızın bilincine varmamızla oluşmaya başlar.

Yetişkinler için hiç önemli olmayan tercihler çocuklar için çok önemlidir. Bizim için üzerinde fil ya da ayıcık resmi olması fark etmez ama üç yaşındaki bir çocuk bunun için krize girebilir. Çocuk yaptığı tercihlerle kendisini arar. Tercihleri vardır ve onları ifade eder. Onu başkalarından ayıran şeylerin bilincine varır. Kendi kimliğini oluşturur.
Peki, öyleyse her istediklerini yapmalı mıyız?
Çocuğun duygusal dünyası”nı anlamak yada duygularını saygıyla dinlemek her zaman isteklerini karşılamak demek değildir.
Yazarın kendi kızıyla yaşadığı bir örnek şöyle:
Kızım beni kolumdan çekiyor ve parlak bir çubuğu göstererek şöyle diyor.
Anne, bak, işte böyle bir şey istiyorum
Hayır, onu alamam, çok pahalı
Bana şu cevabı veriyor:
Almayacağını biliyorum ama yine de istemeye hakkım var, değil mi?
Çocukların kırmızı bir arabaya ya da sarışın bir bebeğe ihtiyaçları yoktur ama bunları isterler. Buna karşın kızgınlıklarına, tatmin olamama hislerine kulak verilmesi ve bunlara saygı duyulması onlar için bir ihtiyaçtır. İstekleri her zaman gerçekleşemese de öfkesine her zaman kulak verilmelidir.

Örneğin; çocuğunuzun sağlıklı beslenmesine önem veriyorsunuz diyelim, sağlıksız bir yiyecek istediğinde sertçe; hayır alamazsın demekle, sakince, onu mu almak istedin, (bazen benim canım da öyle şeyler yemek istiyor, sağlıklı kalabilmek için yememeye gayret ediyorum vb konuşmak) diye sormak arasında büyük fark var.
İlkinde çocuğun duygusunu, isteğini, yani onu kendisi yapan, benliğini oluşturan şeyleri yok saymış oluyorsunuz.
İkincisinde ise onu anladığınızı hissettirmiş, istekleri olabileceğini onayladığınız mesajı vermiş oluyorsunuz.

Öyleyse kendimize soracağımız soru şu: Çocuğumuzun öfkeli olduğunu hissettiğimizde nasıl davranmalıyız? Hissettiği öfkeyi dinlemeyi kabul edin. Öfkeyi tanıyıp anlayıp ifade edilmesi için alan yaratın. Öfkeyi idare etmeyi bilmezsek şiddetin alanına gireriz. Şiddet aslında öfkenin bastırılmasının, güçlü bir duygusal yükle başa çıkmada yetersiz kalmanın, güçsüzlük hissinin ve korkunun birikmesinin sonucudur.
Çocuğunuzu empatiyle dinleyin. Yaptıklarından ziyade içindeki harekete odaklanın. Etraftaki olaylara değil, çocuğunuza eşlik edin. Bununla ilgili size yardımcı olacak Çocuğun Duygusal Dünyası kitabını önemle tavsiye ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir